Haberler

EDİTÖRÜN ANALİZİ: İsrail, Türkiye’ye mi saldıracak? Netanyahu’nun nankör siyaseti

Benjamin Netanyahu’nun Türkiye’ye yönelik söylemleri, sadece siyasi bir manevra değil, aynı zamanda tarihî gerçeklere sırt çeviren bir nankörlük örneğidir. Bu nankörlüğün altında, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Yahudi halkına sunduğu olağanüstü yardımları görmezden gelerek, bunları kendi siyasi çıkarları doğrultusunda hiçe sayma çabası yatmaktadır.

Netanyahu, kendi iktidarını güçlendirmek ve iç politikadaki krizlerini örtbas etmek için tarihî dayanışmayı çarpıtmakta, Türkiye’yi sahte bir tehdit olarak lanse etmektedir. Ancak tarih, Netanyahu’nun bu nankörlüğüne rağmen unutulmayacak insani örneklerle doludur.

Osmanlı İmparatorluğu, 1492 yılında İspanyol Engizisyonu sırasında Yahudilere kucak açarak, onların hayatlarını kurtarmakla kalmadı, yeni bir hayat kurmalarına da imkân sağladı. Sultan II. Bayezid’in “Benim düşmanlarımı zenginleştirip kendi topraklarını fakirleştiren kral akıllı bir hükümdar olamaz” diyerek Yahudileri Osmanlı topraklarına kabul etmesi, hoşgörünün ve insani dayanışmanın bir simgesi oldu. Yahudiler, Osmanlı topraklarında ticaret, zanaat ve bilim alanlarında özgürce faaliyet gösterebildiler ve Osmanlı toplumuna kültürel ve ekonomik katkılarda bulundular. Osmanlı, Yahudi halkını hiçbir zaman dini ya da etnik bir ayrımcılığa tabi tutmadı.

Osmanlı’nın bu hoşgörü mirası, Türkiye Cumhuriyeti tarafından İkinci Dünya Savaşı sırasında da devam ettirildi. Türk diplomatların Nazi zulmünden kaçan Yahudilere yaptığı yardımlar, insanlık tarihine geçen kahramanlık örnekleriyle doludur. Bu diplomatlar arasında Paris Büyükelçisi Behiç Erkin ve Rodos Başkonsolosu Selahattin Ülkümen’in çabaları, özellikle dikkat çekicidir.

Behiç Erkin, Paris’te görev yaptığı dönemde yaklaşık yirmi bin Yahudi’yi ölüm kamplarına gitmekten kurtarmış bir isimdir. Sahte pasaportlar düzenleyerek Yahudileri “Türk vatandaşı” olarak gösteren ve Nazilerin baskılarına direnen Behiç Erkin, “Büyükelçi’nin vagonları” adı verilen trenlerle bu insanları Almanya topraklarından geçerek Türkiye’ye ulaştırmayı başarmıştır. “Benim ülkemde din, dil, ırk ayrımı yoktur” diyerek Nazilerin Yahudilere yönelik ayrımcı politikalarına karşı çıkan Erkin, insanlık adına hayatını tehlikeye atmıştır. Bu çabalar, Washington Post’a dahi haber olmuş ve uluslararası arenada büyük bir takdir toplamıştır.

Selahattin Ülkümen, Rodos’ta görev yaptığı sırada, Nazilerin Yahudileri toplama kamplarına göndermesini engellemek için kararlılıkla mücadele etti. Ülkümen, Alman General Kleeman’a “Türk kanunlarına göre vatandaşlar arasında dini ayrım yapılamaz” diyerek, Türk Yahudileri ve eşlerini kurtarmayı başardı. Ancak bu insani çabası Nazilerin öfkesini çekti ve konsolosluk binası bombalandı. Bu saldırıda Ülkümen’in hamile eşi Mihrinnisa Hanım hayatını kaybetti, ancak Selahattin Bey cesaretinden asla ödün vermedi. Onun çabaları sayesinde pek çok Yahudi, Auschwitz’in gaz odalarına gitmekten kurtuldu.

Bu fedakârlıklar, Türkiye’nin sadece Yahudi vatandaşlarına değil, Türkiye vatandaşı olmayan Yahudilere de yardım etmek için neler yapabileceğini gösterdi. Türk diplomatlar, “Bu ev bir Türk’e aittir” şeklinde belgeler düzenleyerek Yahudilerin toplama kamplarına gitmesini engellediler ve onları koruma altına aldılar. Hatta dönemin Fransa Başbakanı Léon Blum’un oğlu gibi isimler bile, Behiç Erkin sayesinde Nazi kamplarından kurtarıldı.

Netanyahu, Osmanlı’nın ve Türkiye’nin Yahudi halkına yaptığı bu hayati yardımları görmezden gelerek, Türkiye’yi “tehdit” olarak tanımlıyor. Bu söylemleriyle yalnızca Türkiye’yi hedef almıyor, aynı zamanda Yahudi halkının tarihî mirasına da ihanet ediyor. Türkiye gibi tarih boyunca Yahudilere yardım eli uzatmış bir ülkeye karşı düşmanca söylemler geliştirmek, sadece nankörlük değil, siyasi ahlaksızlık örneğidir.

Netanyahu’nun asıl maksadı ise açıktır: İsrail iç politikasındaki krizlerini dış düşman algısıyla örtbas etmek ve popülist tabanını konsolide etmektir. Daha önce İran’ı İsrail’in en büyük düşmanı olarak gösteren Netanyahu, bugün aynı rolü Türkiye’ye yükleyerek siyasi gücünü artırmayı hedefliyor. Ancak bu strateji, hem tarihî gerçeklerle hem de ahlaki değerlerle çelişmektedir.

Netanyahu’nun nankörlüğü, Osmanlı ve Türkiye’nin Yahudi halkı için yaptıklarını inkâr etmekle sınırlı değildir; aynı zamanda bu tarihî bağları kendi siyasi çıkarları için çarpıtmayı da içermektedir. Behiç Erkin’in yirmi bin Yahudi’yi kurtarması, Selahattin Ülkümen’in Nazi zulmüne karşı duruşu ve diğer Türk diplomatların fedakârlıkları, Netanyahu’nun dar görüşlü politikalarının gölgeleyemeyeceği kadar güçlü bir mirastır.

Netanyahu, geçmişi çarpıtarak kendi liderliğini kurtarmaya çalışsa da tarih bu nankörlüğü unutmayacaktır. Osmanlı’nın hoşgörüsü ve Türkiye’nin insani çabaları, sadece Yahudi halkı için değil, tüm insanlık için bir dayanışma örneği olarak hatırlanacaktır. Netanyahu’nun söylemleri, bu mirası silmeye yetmeyecektir. Ancak bu tutum, onun siyasi hesaplarının ne kadar kısa vadeli ve dar görüşlü olduğunu ortaya koymaktadır. Tarih, Netanyahu gibi liderlerin değil, Behiç Erkin ve Selahattin Ülkümen gibi kahramanların adını yazacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu