
Rotterdam’da üç cami başta olmak üzere birçok ibadethaneye, İslam’ı hedef alan tehditkâr yazılar ve sembollerle süslenmiş bu mektupların ulaşması, sistematik bir korkutma ve sindirme girişimidir. Bu olayın, geçmişte Christchurch saldırısı gibi katliamlara yol açan nefret söylemleriyle aynı damardan beslendiği açıktır.
Ne var ki asıl üzerinde durulması gereken, artık bu tür olaylara karşı neredeyse hiçbir tepkinin yükselmemesidir. Eskiden en azından Müslüman toplum bu tür saldırılara ses verir, yetkilileri göreve çağırırdı. Bugün ise sanki herkes kanıksamış durumda. İnsanlar, seçim zamanı oy dilenen siyasetçilerden bir beklenti içinde değil; çünkü bugüne kadar ne zaman halka ihtiyaç olsa onlar ortada yoktu. En bariz örneği pandemidir: Büyük bir kriz yaşandı, binlerce belirsizlik vardı, insanlar hayatlarından endişe ediyordu, ama siyasetçiler yine yoktu. Halk yine yalnızdı. Öncesinde de defalarca aynı senaryoyu gördük. Dilenci siyasetçiler kayboldu, katkı sunmadı.
Sonuç ortada: Halk yoruldu, umudunu yitirdi, artık tepki bile vermiyor. Sessizlik hâkim. Bu sessizlik ise en büyük tehlike. Çünkü zulüm ve zorbalık, tepki görmediğinde meşrulaşır. Rotterdam’daki camilere gönderilen nefret mektupları yalnızca bir kâğıt parçası değildir; toplumların vicdanına atılmış kanlı bir mühürdür. Eğer bu mühür karşısında ses yükselmezse, nefretin ateşi büyümeye devam edecektir.