
Belçika’da herkesin malumudur ki, Müslümanların yoğunlukta yaşadığı bölgeler adeta çetelerin merkezi haline gelmiştir. Bunu inkâr etmek demek, olanı yok saymak demektir. Zira günlerdir herkes birbirine bakıyor, birileri suçlu arıyor, iş dönüyor dolaşıyor bütçeye dayanıyor.
Bütçenin sınırlandırılmasının temeli esasında farklı amaçlara hizmet ediyor aynı zamanda. Aşırı sağ, Müslüman mahallelerine ilk defa el sürmüyor ki. Körüz ama görüyoruz. Sağırız ama her şeyi çok ama çok iyi duyuyormuşuz gibiyiz.
Aşırı sağcılar yalnızca Müslüman mahallelerine uyuşturucuyu getirmedi ki? Ey körler âleminin mensupları, sizlere söylüyorum. Allah bunların hesabını bizlere soracak, ben de, “Ya Rabbi, ben elimden geleni yaptım, söyledim” diyeceğim. Yapacağım iş çünkü bundan fazlası değildir.
Ey ümmet! Fitneyi başınıza taç yaptınız, zalimliği kendinize kılıf yaptınız, egolarınız size ne olduğunuzu şaşırtmış. Bu çocuklar kimlerdir? Ey ümmet, soruyorum. Bu çocuklar kimlerin çocuklarıdır?
Bizlerin…
Öyleyse dinleyin, çünkü sağır duymaz, bir taraf uydurur, başa da bela olur. Dinleyin ki belki birkaç nasiplenirsiniz. Vesselam.
Belçika’da yalnızca bunlar olmuyor. Hollanda’da farklı türlerle yine benzer senaryolar işleniyor. Üstelik bunların kan kaynağı bizleriz. Çocuklarımızdır. Bunun neyini anlayamıyorsunuz?
Çocuklarımıza sefaleti, hatta çöpünü bile layık görmeyen, esirgeyen, bundan da beslenenler bizim kanımızla besleniyor diyorum. Neyini anlayamadınız?
Bunlara da yansıyan sefaletin sorumlusu kimlerdir? Flamanlar, Hollandalılar neden aşırı sağı yabancılar üzerinden güdüyor sanıyorsunuz? Sefalet varsa sorumlusu “yabancılar”, ama bir taraftan da yabancıların bölgelerindeki aşırı sefalet ve getirdikleri? “Bakın işte yabancılar bunlardır” diyorlar. Neyini anlamıyorsunuz?
Dinimize terörist dini diyorlar diyorum, neyini kavrayamıyorsunuz? Oysaki çok net konuşuyorum ama dünyevi şevkleriniz gözlerinizi kör etmiş, kulaklarınızı “canınız istediğini” yalnızca duyar hale getirmiş, geleceği enkaz ederlerken bile yok sayar hale gelmişsiniz diyorum. İşte siz busunuz.
Avrupa’da aşırı sağa, dünyanın en büyük gücü olan ABD’nin uluorta destek veriyor olmasının, Avrupa coğrafyasında yaşayan insanların nelere maruz kalabileceğini ortaya koyduğu açık değil midir?
İnsan çöpe atacağı bir şeyi neden ona ihtiyacı olan birine vermez?
İşte asıl soru burada budur.
Bir insanın elinde bir çöp varsa, akıl bize şunu der: Kardeşim, buzdolabım var, çöpe atıyorum, biri dese benim bir dolaba ihtiyacım var, ben de derim ki kardeşim arama, aha sana dolap. Hadi arabaya yükleyelim derdim.
Ama burada mesele şu ki, elinde dolabı olan diyor ki: Kardeşim, ne dolabı? Allah Allah diyor bir de. Haberim yok diyor. Buzdolabının icadından adam diyor ki vallahi haberim yok, bilmiyorum.
Dolabı çöpe atacakken diyor ki O nedir? Sana çöpe atacağı bir buzdolabını vermiyor adam! Üstelik ne yapıyor biliyor musunuz? Başka arkadaşlarını da arıyor, bu buzdolabının icadından haberi olmayan bu zat, diyor ki:
“Ey arkadaşım, bugün falanca kişi geldi yanıma, bu kişi buzdolabı arıyormuş. Bu kişi Müslümandır. Buna sakın dolap verme! Çünkü Müslümanlar güçlenir, ellerindeki güzellik etrafa saçılır, bu nedenle de biz onlara attığımız çamuru yapıştıramayız. Bu çamur nasıl insanların ellerine bulaşır sonra?“
Kesinlikle bu kişiye dolabı verme diyor.
Arkadaşı da “Tamamdır. O gelirse benim de dolaba ihtiyacım vardır, ben de arıyorum derim.“ diyor.
Ey ümmet! Senin çocuğun başörtü takıyorsa, vahlar sana…
Senin torunun Allah diyorsa, vahlarki ne vahlar sana…
Ey kendini HAK’kın kitabı diye takdim edenler! HAK’kın kapısından gayrısı ŞER’rdir.
İnsanın başına ne gelirse kendi ettiğinden gelir.
Bugün Avrupa’da İslam adına konuşma gibi bir lüksümüz kaldı mı, soruyorum sizlere?
Avrupa’nın göbeğinde, Belçika’da Müslümanları temsil eden kurum denilen yerde, Peygamberin kaçın dediği, Allah’ın ise doğrudan lanetlediği insanlara kapılar açılıyor. Ümmet de bunu umursamıyor! Neyini anlamıyorsunuz?
Ey ümmet! Dünya malı vallahi dünyada kalır. Yazılı tarih gösteriyor; çok nettir, “Dünya malı dünyada kalacaktır.” Sizler çocuklarınızın geleceğini düşünmediniz.
Torunlarınıza ne dayatılıyor, umursamadınız!
Bölgelerde sefalet artarken sizler birbirinize nefret kusup durdunuz. Fitneyi HAK’ka tercih ettiniz. Ahireti bu dünyaya tercih ettiniz. Yüce Allah sizlere hangi sorumlulukları Peygamberi aracılığıyla gönderdi, gün gibi açıktır. Kelimeler nettir. Aktarılan bilgiler güvenilirdir. Şaibeye yer dahi bırakılmamış, tüm hassasiyetler net ve şeffaf biçimde aktarılmıştır.
Her ne kadar tahrifata uğrasa da, temeli korunmuş, bugüne aktarılmıştır.
Bugün ümmetin düşünme günüdür. Gün kıyamete çok daha yakındır. İnsan, yarına büyük bir enkaz miras bırakmakta olduğunu kavrarsa, en azından torunlarının geleceğine ufak da olsa bir katkı sunmuş olurdu.
Allah lanetliyor, Peygamber oradan uzaklaşın, kaçın, beklemeyin diyor. Allah oraya azap vermiş, azap edilen yerde durma diyor Peygamber. Ben nasıl bu zihniyette birilerini camime alırım?
Onların sözde Müslümanlığını kabul ederim?
Yahu bende kuş kadar da mı beyin yok? Bunlar Allah’ın dinini değiştiriyorlar, sizler susuyorsunuz.
Bu konuşmanın bedeli ağırlaşıyor. Torunlarınıza miras kalacağı da ortadadır. Çoğumuzun bugün mirasıdır aynı zamanda. Torunlarımıza arzu ettiğimiz gibi bir düzen, bir sistem, bir anlayış, bir yaşam biçimi, bir doğruluk kavramı miras bırakırsak, bu yalnız başına hiçbir işe yaramaz.
İşte asıl mesele de budur.
Şimdi bir daha soruyorum: Körmüş gibi yaşayıp, “fenomen” mi olmak gerekir?