ABD ve Ukrayna stratejik maden anlaşması imzalıyor
ABD ve Ukrayna, nadir toprak elementleri ve stratejik kaynaklar için maden anlaşması yaptı. Gelirin %50'si Ukrayna altyapısına aktarılacak. Anlaşmada güvenlik garantisi olmaması tartışma yarattı. Kiev, AB ile uyumlu hareket ediyor. Rusya'nın kontrolü ve ABD-Rusya işbirliği sinyalleri dikkat çekiyor.

ABD ve Ukrayna, nadir toprak elementleri ve diğer stratejik kaynaklara ilişkin uzun vadeli bir maden anlaşması üzerinde uzlaştı. Anlaşmanın, iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından önümüzdeki günlerde imzalanması bekleniyor. ABD, bu hamleyle özellikle Çin’in küresel çapta hakim olduğu nadir toprak elementleri pazarına karşı alternatif bir kaynak oluşturmayı hedefliyor.
Anlaşma kapsamında, Ukrayna’daki nadir toprak elementleri, petrol, doğalgaz ve sıvılaştırılmış doğalgaz gibi çeşitli kaynaklar yer alıyor. Bu doğal kaynaklardan elde edilecek gelirin yüzde 50’si Ukrayna’nın altyapısının yeniden inşası amacıyla kurulan “Yeniden Yapılanma Yatırım Fonu”na aktarılacak.
Ancak anlaşmada Ukrayna’ya açık bir güvenlik garantisinin verilmemesi, ülkede politik tartışmalara neden oldu. Güvenlik garantisinin yokluğu, bazı Ukraynalı yetkililer ve kamuoyu tarafından anlaşmanın dezavantajlı yönlerinden biri olarak değerlendiriliyor.
Anlaşma, Kiev’in son dönemde yoğunlaştırdığı diplomatik girişimlerin bir sonucu olarak görülüyor. Ukrayna, Avrupa Birliği ile olan ortaklıklarını da gözeterek, bu anlaşmanın AB ile uyum içinde olmasına özen gösterdi. Ukrayna’nın bu dengeli tutumu, ülkenin Batı ile entegre olma çabalarının sürdüğünü gösteriyor.
Öte yandan, Rusya’nın Ukrayna’nın doğusundaki bazı bölgelerde bulunan maden yataklarını kontrol altında tutması, durumun jeopolitik boyutunu daha da karmaşık hale getiriyor. İlginç bir şekilde, ABD ve Rusya’nın nadir toprak elementleri konusunda işbirliği yapabileceklerine dair sinyaller vermesi, uluslararası alanda dikkatle izleniyor.
Bu gelişme, küresel enerji ve hammadde piyasaları açısından önemli sonuçlar doğurabilecek nitelikte. Anlaşmanın, yalnızca iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri değil, aynı zamanda dünya genelinde stratejik kaynaklara erişim rekabetini de etkilemesi bekleniyor.